Start-Up; Merriam-Webster'a göre (faaliyete veya harekete geçme eylemi veya örneği) veya (yeni kurulan bir iş girişimi) anlamına gelmektedir. American Heritage Dictionary ise (yeni faaliyete geçen bir iş ya da girişim) olduğunu öne sürmektedir. Wikipedia start-up’ı bir pazar ihtiyacını giderme amacı taşıyan yenilikçi bir ürün, süreç veya servis sunan, genel olarak yeni kurulmuş ve hızlı büyüme gösteren bir müessese olarak tanımlar.
Start-up'ları tanımlayan ilk özellik “yeni” olmalarıdır. Bu terim sadece start-up'ın kuruluşundan bu yana geçen süreyi değil, aynı zamanda işe yaklaşımlarını ve fikir oluşturma süreçlerini de ifade eder. Bir start-up, bir sorunu daha önce olmadığı bir şekilde çözmeyi taahhüt eden yeni bir işletmedir. Bir terim olarak start-up’ın yükselişinin, yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkmasına rağmen, son yıllarda daha sık karşılaşılan “yeni” olma özelliği ile ele aldığımızda, teknolojinin gelişimi ve küreselleşme ile bağlantılı olduğu göze çarpmaktadır.
Start-up hukuku konusuna artan ilgiye rağmen, birçok hukukçu ve akademisyen start-up'lara kendi yerel şirketler hukuku deneyimlerinin oluşturduğu önyargılarla diğer erken aşama şirketler gibi yaklaşmaktadır. Bu durum, start-up'ların sadece var oldukları dönem tarafından değil, aynı zamanda büyüme ivmeleri, sermaye ve fikri mülkiyet koruma ihtiyaçları ve çevik karar alma süreçleri tarafından belirlenen çok özel varlık türleri olması nedeniyle belirsiz olabilir. Dolayısıyla, start-up'lar, karmaşıklığı içinde ele alınması gereken benzersiz bir oluşum türünü temsil etmektedir.
Start-up, bir sorunu yeni ve benzersiz bir şekilde çözmeyi taahhüt eden bütünüyle yeni bir işletmedir. Start-uplar ortaya çıkmış bir soruna ve/veya bir ihtiyaca yönelik ihtiyacı takip ederken sorunu ve/veya ihtiyacı yeni bir bakış açısı ile kavramsallaştırmaya ve çözüm getirmek için yeni bir yaklaşım bulmaya veya tamamen yeni bir süreç (çözüm) bulmaya çalışırlar. Bu açıdan bakarsak start-up’ların ikinci unsuru innovasyon (yeniliktir).
Start-upların tarihi gelişimine baktığımızda ilk ve en önemli örnek “her ne kadar öyle değerlendirilmese de” Jobs ve Wozniack tarafından Apple’ın kurulmasıdır (1976)
Gelişim sürecinde bu girişimi başlangıç noktası olarak alırsak, start-up’ların sadece girişimciler tarafından kurulmadığını, bu alandaki boşluğu ve kırılganlığı gören araştırmacı, ekonomist ve mühendisler tarafından da kurulduğunu görebiliriz.
Start-up’lar özellikleri ile neo-klasik ekonomik düzende “yıkıcı” etkiye sahip işletmelerdir. Buradaki yıkım teorisi iktisatçı Schumpeter tarafından ortaya atılmıştır ve yıkım ile anlatılan köklü ve olumlu değişikliklerdir.
Schumpeter (1883-1950, Avusturyalı iktisatçı ve siyaset bilimci), dengeleme ve optimizasyon yerine, inovatif girişimci tarafından yaratılan dinamik dengesizliğin, sağlıklı bir ekonominin normu ve iktisadi teori ve uygulamalar için merkezi bir öneme sahip olduğunu belirtmiştir.
Schumpeter, ekonomideki dalgalanmaları refah, durgunluk, buhran ve canlanma olarak dört ayrı safhada incelemiştir. Yatırımların artması refah evresine geçişin bir göstergesidir. Ekonominin refah evresinde (yüksek konjonktür noktasında), kredi ile finanse edilen yeniliklerin (inovasyon) faktör fiyatları artar. Ayrıca, teknik yenilikler (inovasyon) nedeniyle piyasaya çıkan üretimin artmasının sonucu olarak [arzın talebe göre aşırı artması durumu] mal fiyatları düşer. Mal fiyatlarının düşmesi, faktör fiyatlarının ise yükselmesi nedeniyle, refah evresinin ilerleyen döneminde finansman sağlamak için yeni talepler olmaz ve giderek ekonomide zararlar ortaya çıkar. Yatırımlar durma noktasına gelir ve ekonomi durgunluk evresine girer. Ekonomideki durgunluk nedeniyle kâr oranları hızla düşer ve ekonomide hemen her sektörde iflaslar görülür. Ekonomi artık buhran evresine girmiştir. Kapitalist, krizden çıkış yollarını arar ve yenilik (inovasyon) yapmak için yatırım yapar. Böylece, başka bir yenilik (inovasyon) dalgası ortaya çıkar; ekonomi canlanma evresine geçer ve devresel dalgalanma yeniden başlar.
Schumpeter’in perspektifinden start-up’ın iktisadi değişim üzerinde etkiler oluşturabilmesi için girişimciye düşen görevler şu şekilde özetlenebilir:
Uygun bir inovasyon ortamı oluşturmak
Yeni şeylerin ortaya çıkmasına karşı sosyo-psikolojik engelleri aşmak
Üretim araçlarını yeni kanallara yönlendirmek
Yatırımcıyı inovasyon için gerekli finansmanı sağlaması konusunda ikna etmek
Risk almak için faaliyet alanındaki diğer üreticileri teşvik etmek
Liderlik sağlamak
Yüksek derecede risk almak.
Schumpeter, bir girişimcinin öncelikle bir inovatör (yenilikçi) olduğuna inanıyordu. Bu start-up’lar için de geçerlidir. Başka bir anlatımla start-up ilkelerinden inovasyonu ortaya atan ilk iktisatçı sayılması yanlış bir tespit olmaz.
Schumpeter inovasyonunun tanımını aşağıdakileri kapsayacak şekilde kapsaması ile tanımlamıştır: (Başka bir anlatımla bu ilkelerle start-up ilkelerinden inovasyonu ortaya atan ilk iktisatçıdır.)
yeni bir malın veya yeni bir mal kalitesinin yaratılması,
yeni bir üretim yönteminin yaratılması,
yeni bir pazarın açılması,
yeni bir arz kaynağının ele geçirilmesi,
yeni bir sanayi organizasyonu (örneğin, bir tekelin yaratılması veya yok edilmesi).
Schumpeter'in girişimcilik teorisinde, başarılı bir inovasyon akıl değil irade gerektirir. Bu bileşen bir start-up'ta da mevcuttur.
Start-up’ların üçüncü özelliği hızlı büyüme eğilimidir. Hızlı büyüme eğilimi, bir işletmenin kısa bir zaman diliminde çok hızlı bir şekilde büyüme potansiyeli göstermesi anlamına gelir. Genellikle start-up'lar veya teknoloji odaklı firmalarda görülen bu eğilim, özellikle yenilikçi ürün ve hizmetlerle pazara giriş yapan şirketlerde yaygındır. Bu büyüme eğilimi, birkaç temel faktörle ilişkilendirilebilir: Yüksek talep, teknoloji ve innovasyon, yatırım alımı, küresel erişim, ölçeklenebilirlik ve rekabet avantajı. Hızlı büyüme eğilimi gösteren şirketler genellikle risklerle karşı karşıya kalır; ancak doğru strateji ve yönetimle, bu eğilim, şirketi kısa sürede çok büyük bir başarıya taşıyabilir.
Dördüncü özellik belki de bir çok start-up’ın başlamadan sona ermesine neden olan fonlamadır start-upların çoğu başlangıçta “bootstrapping” olarak işe başlarlar. “Bootstrapping", bir işin dışarıdan herhangi bir yatırım almadan, yalnızca kendi kaynaklarıyla başlatılması ve büyütülmesi anlamına gelir. Girişimcilik dünyasında, özellikle start-up'lar için yaygın bir yöntemdir. Şirket, yatırımcılardan sermaye yerine, genellikle kurucuların kişisel kaynaklarıyla finanse edilir.
Yatırımcılardan para toplamak, yeni kurulan bir işletmeye veya küçük işletmeye fon sağlamanın iyi bir yolu olabilir. İşletmeyi ayağa kaldırmak ve büyümesine yardımcı olmak için gerekli sermayeyi sağlayabilir. Yatırımcının türüne bağlı olarak yatırımcılardan para toplamanın çeşitli faydaları vardır.
Start-up hayatının en önemli özelliği hızlı hareket edebilmek, karar verebilmek ve gerektiğinde hamle yapabilmektir. Değişim start-up'ların beşinci özelliğidir: Hamle yapmayı iş modelini veya ürünün kendisini kaydırmak veya tamamen değiştirmek olarak anlamak gerekir.. Start-up'lar genellikle toplumda ya da özel olarak iş dünyasında bir sorunu ya da meseleyi çözmeye çalışırken, sorunu çözmede ilk olmanın avantajını kullanmaya çalışırlar. Bu nedenle, sürekli piyasa girdisi, yansıması ve eleştirisine dayalı olarak değişiklikleri ayarlayıp benimsedikleri için çevik olmaları gerekir. Dolayısıyla, kurumsal yapılanma ve iç yapının start-up'ların bu özelliğini yansıtması gerekir.
Bu beş özellik her ne kadar içiçe geçmiş gibi görünse de “değişim” içermeyen, değişimi özümsemeyen ya da hamle yapmak için gerekli ve yeterli altyapıya sahip olmayan start-up’ın her zaman bir alternatifi olacağını unutmamak lazımdır.